c6v5z. Emre Acar 7 Eylül 2018 Bazı şeyler vardır ki kalabalıklar içinde yaparken herkesin size baktığını düşünürsünüz, belki de bakıyorlar kim bilir? Garip bir duygudur, herkes bana bakıyor duygusu. Bu yüzden insanı pek çok şeyi yapmaktan alıkoyabilir. Aslında takmamak, umursamamak, neysen o olmak gereklidir ama gel de bunu kendine anlat. Belki de nice yetenekli dansçılar sırf “herkes bana bakıyor” endişesi yüzünden kendini gösteremediği için heba olup gitti ülkede haberimiz yok. 1. Güneş gözlüğü takmak. Sanki güneş gözlüğünü sen icat etmişsin de ilk defa toplumla tanıştırıyormuşsun gibi bir his. 2. Telefonla konuşmak. Bağıra çağıra olmasına gerek yok, usulünce konuşurken dahi herkesin susup seni dinlemeye başladığını düşünmüyor musun? 3. Market kasasında kredi kartıyla ödemek yapmak. Kartın borcunu dün ödemiş olsan bile yaşanan “acaba reddedilir mi?” endişesi ve herkesin sana sanki bunu istiyormuş gibi bakması. 4. Dans etmek. Onlarca insanın olduğu pistte herkesin sadece ama sadece sana odaklanması, sığıra bak deyip gülmeleri… 5. Bankamatikte para çekme dışında bir işlem yapmak. Arkadan yükselen “ulan üç kuruş para çekeceğiz esir etti bizi pezevenk!” nidaları… 6. Kutusu içinde evcil hayvan taşımak. Sanki kutuda kedi değil de pembe götlü Afrika babunu var! 7. Kalabalık mekanda veya mekanın dışındaki masalarda yemek yemek. Her geçenin sana bakarak, “zıkkım ye” dediğini düşünmek. 8. Elinde bir buket çiçekle yolda yürümek. Hele ki mahallede duvar üstünde oturan gençler varsa o an öl daha iyi. 9. Bir yönde giderken aniden geri dönüp aksi istikamette gitmek. “Gittiği yeri de bilmiyor öküz!” diye düşünen yüzlerce insan. 10. Kalabalık ortamlarda poz vermek. Kendini 10 saniyeliğine podyumda yürüyen manken gibi hissetmek. 11. Dolu otobüsün, minibüsün, vs. yanından geçmek. Tüm otobüstekilerin “akbili yok herhalde fakirin” diye düşünmesi, senin cebindeki akbili çıkarıp onlara sallama isteğin. 12. Kırmızı ışıkta duran araçların önünden geçmek. Hadi çabuk geç öküz dercesine yaklaşımlar. 13. Kapı tam kapanırken metroya binmek. Tüm vagonlarda dalga dalga yayılan kim o sığır? Nidaları. 14. Tek başına yemek yemek. Yazık, yalnız galiba… 15. Toplu taşımada uyuyup kafanın bir anda öne/geriye düşmesi. Herkesin aynı anda sana bakıp boynu kırılacak gerzonun diye düşünmesi. 16. Deniz/havuz kenarında tişörtün/elbisenin çıkarılıp mayoyla kalındığı o an. Nihayet soyundu be, oley!! Herkes göte başa odaklansın pls. 17. Külahta dondurma yemek. Yala yalaaaa daha iyi yalaaaa! 18. 32’li tuvalet kağıdı taşımak. Oha götünü siliyor bu! 19. Yeni spor ayakkabıyı ilk defa giymek Özellikle de beyazsa Özellikle kirletmeye çalışanlar bile var bu endişeden dolayı. 20. Araba park etmek, hele ki süreç biraz uzadıysa. Gerilimin saniye saniye artması ve senin tamponu arkadaki beton saksıya çarpman ile sonuçlanan bir süreç. 21. Otobüste “kaptan orta kapı” diye bağırmak. Sesin çatlaması, kaptanın seni duymaması, ikinci kere daha yüksek bağırmak zorunda kalman.
Dışarıda herkes bana bakıyor..? Engelli bir trans kadınım. Otizm benzeri bir hastalığım var. Ne zaman toplum içine çıksam herkes bana bakıyor. Sebebini anlamakta zorluk çekiyorum. Kabustan farksız. Kendi durumumdaki insanlar bile bana hayret ediyor, sanırım onlara da çok farklı görünüyorum. Neden herkes bana bakıyor sizce? Kız, erkek, çocuk ve yaşlı demeden herkes bakıyor, benden ne istiyor insanlar? Evet benden ne istiyorsunuz? Söylemeye çalıştığınız birşey mi var? Dilerim bu bir kabustur. bu insanların çoğu görgüsüz, kültürsüz, okumamış, cahil, hayata at gözlüğü ile bakan, herkesin kendisi gibi olmasını isteyen insanlar. bence kafana çok takma. benim de cilt rahatsızlığım var. eskiden kafama çok takıyordum. insanlarla tokalaşmak bile istemiyordum ama artık takmıyorum. klişe olacak ama bu ülkede bazı şeyleri görmezden, bilmezden, duymazdan gelip kendi hayatını yaşamaya bakmalısın. unutma bu hayatta en değerli şey sensin. gerisinin ne düşündüğü, nasıl baktığının hiç bir önemi yok. eğer çok problem ediyorsan uzman birisinden psikolojik destek almayı denemelisin. O kadar iyi dediniz ki. Aynen öyle, herkesin kendisi gibi olmasını isteyen kişilerdir bunlar. Örnek vereyim; Hayatını kahvede geçirmiş, düşünmeyen, üretmeyen, sorgulamayan, gidiyor da bir B partisinin C partisinin başındaki kişiye yumruk atıyor. Sen onun seviyesine gel de önce!.. evet yaşadığım tecrübe böyle özetlenebilir. Siz kimsiniz arkadaşım sokakta yolda yürüyen tanımadığınız insana sırf trans diye travesti diye rahatsızlık veriyorsunuz! Nasa'ya şikayet edecekler neredeyse, 'uzaylı gördüm' diye. cahiller o nedenle bakıyorlar...bildikleri kadarıyla oluşmuş bir bakış acıları var ...onlara qore kendileri dışında ki herkes kötü bi onlar iyi ...çünkü cahil bakışi bu ...üzülme sakin sen ...nasıl hissediyorsan öyle yasa ...anlatamazsin onlara qenetik konusunu mümkün deqil bu ... Ukican var ponçik ...çok minik yaşı ama karşı çıkmaz böyle durumlara...kendini o yaşta qelistirmis yanı...çok modeerreennn bi küçük bey ...🤣🤣🤣fakat mejnun kac yaşında anormal bakıyor bu tip qenetik durumlara sanki ormandan cıkmış yanı hic bilmiyor sanki qenetik nedir diye ..🤣🤣🤣 mejjnun hic mi biyoloji okumadın mejjnun...🤣🤣🤣 hanimefendi hep bu mejnun ve mejnun qibiler baskı yapıyor toplumda insanı piton yılanı qibi kıvrıla kıvrıla boquyorlar ...bakışıyla boquyorlar özeline qirerek boquyorlar neye inandiqini sorqulayarak boquyorlar ...napıcaz bilemiyoruz hanimefendi inanin boqulduk baskilardan...ben de ezilen aydın halkin sesi olaraktan duyqularimi dile qetirmek istedim... acaba toplum ne istiyor tam olarak...qaylar translar bisexueller falan qitsin...farklı inanca sahip olanlar qitsin...siradisi olan insanlar qitsin...ne olacak böyle anlamıyoruz hanimefendi inanin ki...bu neyin baskısı toplum ne hakla böyle bir baskıyı yapıyor insanlara...neden her neyse insanlari boqmak nedir yaa bu şekilde ...sizi bakislariyla boquyorlar mesela ...inanılmaz bisi bu aklım almıyor yanı...hanqi caqda yaşıyoruz insanlar neyin baskisini yapıyor anlamak da zorlanıyoruz yanı...inanın maqara dönemi insanlari bizden özqür yaşıyordu... bunlar ne kadar qorqusuz insanlar böyle....boqmak nedir yaa insanları bu şekilde ... Ne diyeyim, bilmiyorum ki tek bildiğim şey üzülmeye değmez. Her zaman derim eğitim şart. kesinlikle eqitilmeliler...başkalarının seçimine müdahale edip boqamaz kimse...hanımefendi qenetik nedeniyle bu şekilde hissediyor...onun sucu deqil bu ...hanimefendiyi rica ediyorum boqmasinlar bakislariyla falan baskı yapmasinlar yanı...rahat bıraksın toplum insanları artık....hanımefendi nefes alamıyor yanı insanlar yuzunden ben çok üzüldüm qercekten...biraz vijdanli olsunlar lutfen ...hanimefendi ne kadar bunalmış artık benden ne istiyorsunuz diyor ne demeye çalışıyorsunuz diyor ...beni nasa ya şikayet edicekler nerdeyse uzaylı qörmüş qibi diyor ....😿 Bu düşüncede olanlar tek tek toplanıp, böyle bir durumda daha hassas olunması gerektiğini anlatılmalı Eğitim almamış kişiler anca böyle bakar, sanki kendi öyle olmasını istedi ne kadar sığ bir düşünce ben çok üzüldüm...bir insanın qenetik nedeniyle hissettiqi durumdan dolayı bu kadar mı baskı yapar toplum yaa..😿😿vicdanlı olmak qerek yaa birazcık...😿😿bu kadar insanlarin üzerine qidilmez yaaa...😿😿onun sucu deil bu qenetik durum ...onların cahilliqi vijdansizliqi yuzunden hanımefendinin cektiklerine bakın bii....nasi bi toplumdayiz anlamiyorum yani...aklim almiyor ... toplum sadece bu konuda deqil...mesela din ve siyaset konusunda da baskı yapmamalı...onlar için nasıl hassassa bizim için de hassas bir konu ...ama baskı kurulan biz oluyoruz yanı.. artık toplum oqrensin bisileri...ozqurluk alanına qirmesinler insanların piton yılanı qibi ...rahat bıraksınlar insanları lütfen ...herkesin inanci yaşamı tercihi kendine ...kimse kimseden hic bir şey için hesap soramaz yanı ...yok böyle bi saçmalık yanı ...hanqi caqdayiz tanrı aşkına...millet hesap soruyor bizden sen niye fizik kurallarina qore dusunuyorsun diye ...var mı böyle bi saçmalık yaaa..herkes kendine baksın yanı özetle...piton yılanı qibi boqmasinlar insanları... hanimefendiyi ne hale qetirmisler yanı olacak iş deqil yaa...sokakta yürüyemiyorum insanlar yuzunden diyor...olaya bak yaa ... ayni baskıyı herhanqi sebeple de yapmasinlar insanlar artık ...qirmesinler insanların yaşamına mudahele etmesinler baskı yapmasinlar karismasinlar...ozetle herkes kendisine baksın yanı... Boşver sen onları önemli olan senin mutlu olmandır Engelliliğine bakmıyorlardır belki translığına bakıyorlardır giyim kuşam makyaj davranış gibi şeylerle bariz belli translar ilginçdeğişik gelir genelde bakanlar olur baksana kendi durumundakiler bile bakıyormuş sende ilgi çeken şey ne acaba senin daha iyi bilmen lazım. Sadece bakmıyorlar. Duymadığımızı da düşünüp konuşuyorlar. Bu insanlar heryerde var. Sadece sana bana değil her şeye karşı tavırları böyle. Ben görmezden ve duymazdan geliyorum artık. Bi arkadaşım sp li. Bi kadın yaramazlık yapan çocuğuna onu gösterip beni üzersen böyle olursun demiş. Sonra bu çocuklardan insanlara karşı duyarlı olmalarını bekliyoruz. Bunlar eğitim engelli insanlar. sadece trans bireylere değil, engellilere de bu toplumun bakışı böyledir. yanınızdan geçerler ''cık cık cık yaaa, yazık ya şuna bahh, tövbe estağfurullah, yarabbim sen koru bizi, şükür edelim halimize, bak neler var'' ve daha niceleri... gelişmemiş toplumlarda, kendinden olmayanı kendine benzetme durumları sıkça görülür. bunun neden ve sonuçlarını uzun uzun açıklayamam zira ucu farklı yerlere dayanıyor. ancak bir de madalyonun öteki yüzü var; ya engelli olmasaydınız? bakış açınız onlardan farklı olacak mıydı yoksa engelli olduğunuz için mi böyle düşünüyorsunuz? sorun, engelli olmak ya da olmamakta değil, kültürün sizlere dayattığı doğru-yanlış parametrelerine körü körüne bağlanmamak. sorun, düşüncelerin engelli olmasında sadece. rumuzunu da eylül cansın'dan aldığını düşünüyorum. benim de çok üzüldüğüm hatta kahrolup gözyaşlarımı tutamadığım bir sondu. eylül gibi hüzünle bitmişti... "Herkes bana bakıyor ama ben onlara bakmıyorum" ayy ben şunu anlamiyorum...niye millet kendine bakmıyor...biz millete hesap mi vericez acaba ...çok komik qercekten...kimse kimsenin yaşam alanına özgürlüklerine müdahale edemez ki ama ...walla aklım almıyor yanı... Hayatınızı cesurca kabullenin, başarıya dönüştüğünü göreceksiniz.
22 TEM -Ne düşünüyorsun?-İnsanların birbirlerinden çok korktuklarını düşünüyorum. Baksana nasıl da saldırgan görünüyorlar, sanki avlanıyorlarmış, peşlerinde de avlayacak biri varmış gibiler. -Korku mu böyle yaptırıyor onlara sence?-Güvende hissetmiyorlar kendilerini. Herşeyi tehdit gibi düşünüyorlar. Sanki herkes en kötüsünü düşünüp, en kötüsünü yapmayı planlıyormuş gibi inanıyorlar. Buna inandıkları için de savunma halindeler, savunacak alan kalmayınca da saldırmaya hazırlar. -Herkes kötü müdür? Ya da kötülük mü ... Devamını oku 25 EKM Kendim olamıyorum, kendim olmama izin vermiyor hiçbirşey yani ben ben?Cismim, ismim, yaşım, rollerim, etiketlerim kısaca dış dünyada, dış dünyanın tanımladığı herşeyi bir kenara bıraktığımda kimim ben?Ben kimim diye sorsam beni tanıdığını sananlara, ne derler bana benim kim olduğumla ilgili?Sen komik, eğlenceli, düşünceli, iyi birisin işte; ne saçma bir soru bu, sen sensin işte. Hayır değil saçma, bana beni anlattığın şeyler beni ben yapmıyor işte, kimim ben?Acılar çekmiş biriyim, zor ... Devamını oku 09 EKM Bilinen, bilebildiğim kadar mı? Bilinmeyen, benden uzakta mı? Bana uzak kalan bilinmeyen, bilen için bilebildiği kadar yakın mı? Bilinen yapan nedir onları? Yaşam formuna uygun olması mı? Kaç gök var yerin üstünde bilebildiğim? Gök dediğim gündüz maviyken, gece siyah olan mı? Gök sandığım mavi ve siyah arasında gözümün bilebildiği kadar mı? Gözümün bilebildiği bilinense, bilinmeyen gözümün algılamadıkları mı? Benim gözüm yaşam formuna uy... Devamını oku 09 EYL Düşünüyorum, karşımda, yanımda, uzağımda, zihnimde kısaca hayatımda var olan insanları..Hangi açlığımı gidermek için var ediyorum onları?Sevgi?Nefret?İlgi?Aşk?Önem?Başarı?Güç?Şefkat?Korunma?Aidiyet?Takdir?Onay?Acı&Haz?Hangi açlıklarım için varsınız?Hangi açlıklarınız için varım?Tanrının varlığına inanma ihtiyacım neden?Adalet?Güven?Sığınmak?...İhtiyaçlar olmasaydı ne var olurdu ki?Ölünce ihtiyaçlar da ölüyor mu?<... Devamını oku 16 AGU Şu meşhur söz, hakettiğinden fazla değer verme!! Hakettiği, yani ederini neye göre belirliyoruz acaba?5 lira verdim, 3 liralık mı çıktı?Bunun gibi mi yani??İnsanın ederi mi var? Mal! mıyız biz?Kimin neyi hakedip etmediğinin karar vericisi kim?İnsan herşeyin en iyisini hakeder, aksi olsaydı niye var olsun ki?Aksini düşünen varsa, misal ben bunu hakedecek ne yaptım?misal o beni haketmiyor,misal verdiğim değeri haketmedi gibi...Kendisine de karşısındakine de bir... Devamını oku 17 HAZ İnsan çok karmaşık ve her insan kendine has karmaşık. Herkes insanları iyi tanır, bir bakışta şıp diye anlar, insan sarrafı... Ohooo daha bir sürü çok başka bir varlık ve her insan bambaşka bir varlık. Kendini anlayamıyorken tanıyamıyorken insan, başkalarını nasıl tanıdığını düşünebilir ki?İnsan çokkkkk, ama insan olabilen neredeyse hiç görünmeye çalışmaktan hep, insan olmaya çalışmaktan başka olmak görünen çokkkk, olan neredeyse hiç yok.<... Devamını oku 11 HAZ Düşünce düşünen değil midir?Birbirinden farklı mıdır, düşünceyle onu düşünen?Düşünen düşünce değil midir?Düş- le..Düş- ün..Düş- ün - ce..Düşleyebildiğin kadar düşünürsün kötüyse düşüncelerin nasıl iyi olsun?Düşüncelerin kötüyse duyguların nasıl iyi olsun?Duyguların kötüyse davranışların nasıl iyi olsun?Düşlerini iyileştirince, düşüncelerin iyileşince, duyguların iyileşince davranışların iyileşince dünyan iyileş... Devamını oku 25 MAY Bir sabah sevgi dolu, güvenli bir dünyaya uyansak birbirinin gözlerinin içine sevgiyle bakıyor olsa mesela. Sadece severek ve güvenerek salına salına yürüsek dünyanın yerde sınır olmasa,Asker, polis olmasa,yöneten yönetilen olmasa,sadece esenlik ve refah olsa,birbirimizin yanında biribirimize verdiğimiz tek şey sevgi olsa,Bizi yöneten tek şey sevgi doya sevsek birbirimizi, doya doya güvensek birbirimize...Sevgiye uyanalım, sevgiyle uyanalım... Devamını oku 24 NİS Dünya sürekli kulübeye, kulübeler binalara; ayaklar tekerleğe, tekerlekler otomobillere; Göklerde uçabiliyoruz, uzayı tablete, telefona anlık saniyelik temaslara sürekli sadece insan. İnsandaki hırs, kibir, yığma çabası. Sen kendini, kendi içindeki dünyanı değiştirmediğin sürece ey insan, dünyayı istediğin kadar dönüştür, azme, kibirin tevazuya, yığmanın vermeye dönüştüğü zamanda dünya gerçekt... Devamını oku 11 NİS Engin bir denizin içinde yaşayan balıksın diyelim. Denizin içindesin ama sen denizi dışarıdan görmüyorsun, bu yüzden birşeyin içindeymişsin gibi hissetmiyorsun. Sana göre herşey olağan, yaşadığın var olduğun bir alandasın. http//https// Her türlü canlı cansız seninle birlikte aynı alanı paylaşıyor. Kimisi senden büyük, kimisi küçük; kimisi canlı kimisi cansız.... Devamını oku
“Sanki buralardan hiç ayrılmamış gibiyim. Her şeyi içimde taşımışım sanki. Her şey sanki dün gibi.” Ucuz aşk romanlarının üstünü örttüğü, gizlediği, hatta piyasa duyarlığı haline getirdiği sözler vardır. “Her şey sanki dün gibi” de bunlardandır. Bunu düşünüyor Talia. Bu sözle birlikte kendini yakalıyor. Oysa bu duyarlık, sahici bir duyarlık, her şeyin sanki dün gibi olması çok gerçek. Aşınmış sözler, ne denli sözün özüne ulaşmayı geciktirse de, bu duyarlıklar, bu sözler her zaman var olacak. Her şey hep dün gibi olacak. “Tam yedi yıl oysa. Seni özledik Talia. Şu dünyada birbirimizden başka kimsemiz kalmadı. Baksana annem bile Peyker Kalfa’ya tutunarak yaşayabiliyor artık.” Belli belirsiz küstahlaşıyor Talia “Peyker Kalfa’ya tutunuyor ha? Peyker Kalfa’ya? Peki Reşat’tan haber var mı?” İncelmiş bir hainlikle soruyor bunu. Tutunan annesinin ellerini iğnelemek için soruyor. Sorduğu anda biliyor gerçekte Reşat’tan bir haber olmayacağını. Reşat’ın kendisi gibi geri dönmeyeceğini çok iyi biliyor. Reşat’a öfkeleniyor, kendine öfkeleniyor. .. “Yok, hiçbir haber yok. Bir ara Amerika’da olduğunu duyduk. Hepsi bu kadar. Ne bir mektup, ne bir haber…” “On yıl oldu değil mi gideli?” Biliyordu aslında. On yıl olduğunu herkes gibi Talia da çok iyi biliyordu. Bir şeyleri, bir şeylerin yüzüne çarpmak için sorduğunu Fatma Aliye de duyumsuyor. Talia’nın sözcükleri niyetlerini belli eden sözcükler Fatma Aliye de inceltiyor hainliğini. Ve vurmaktan hiç sakınmıyor. İlk kez çekiyor kılıcını, bütün gece biriktirdiği öfkesiyle çekiyor kılıcını… Duvarlarda ayetler… “Bizi bırakıp kaçalı tam on yıl oldu. Sen yedi, o on.” “Ablaa!” “Yalan mı? Kaçmadınız mı Talia? Birer birer kaçmadınız mı? Önce Reşat, sonra sen! Bir tek ben kaldım bu koca konakta. Bir tek ben ve… Ve yalnızlığım…” Fatma Aliye yalnızlığını söyleyebiliyor. “Ve” dedikten sonraki sessizliğinde belki de bunun bir onursuzluk olup olmadığını tartıyor… Müşerref Hanım, Fatma Aliye’yi seçiyor sormak için. İlk onu seçiyor “Neden kaçtılar hepsi?” Sonra gözlerini deviriyor Fatma Aliye, inci broşta takılı kalıyor gözleri. “Neden kaçtılar hepsi?” Son Osmanlıların böylesine savrulmuşluğunun nedenini Saffet Hamdi Bey de bilmiyor. Susup istanbul’a bakıyor. Kendisi Son Osmanlı. Emirgân Son istanbul… “Gitmek zorundaydım abla. Biliyorsun annem izin vermedi evlenmem için. Bense burada çürümek istemiyordum. Galip’i seviyordum. Hayatın bir ucuna yapışmak istiyordum…” “Ben burada kaldım ama,” Ben de evlenmek istemez miydim? İpek bir gelinliğin uzun uzun yırtılan sesi, sessizlikte cam vitrine yansıyarak dağılan… “Ama artık her şey uzak bir düş gibi…” “Ben senden daha cesurdum abla. Ben yanlış yapmayı göze alabiliyordum. Bir gece çekip çıkabildim bu evden.” “Ama ne pahasına? Bu sorumsuz hareketinin bedeli neydi, bunu hiç düşündün mü?” Bir mezarlık gibiydi konak. Annem zelzeleler içerisindeydi. En büyük yıkımları, en büyük ihanetleri yaşattınız ona. Buna hiç kimsenin hakkı yoktu. O da sonunda gitti Peyker Kalfa’ya tutundu. Onun vefalı kişiliğinde sizlerin ihanetini unutmak istedi. Bütün bunlar sana nasıl anlatılırdı Talia? Bunları gün be gün, an be an ben yaşadım, gözledim. O zelzelelerde hep yanındaydım onun. Acısını kucağımda dindirmese de, usulca omuzuna dokunuyordum. Ona dokunuyordum. Anlıyordu. Hafta sonlarını iple çekiyordu bir görsen. Peyker Kalfa’nın hastalığı sırasında onun yanında kalarak, vefasının bedelini ödemeye çalışıyordu. Bu yüzdendir ki, bütün hafta sonları evde kalıyordum. Paşaya bakıyordum. Yeter ki annem, Peyker Kalfa’ya gidebilsin diye. Dertlerini, sıkıntılarını unutabilsin, eski anılarıyla avunabilsin diye, vefa borcunu gönül rahatlığıyla ödeyebilsin diye. Ve her sabah o pencerede… O pencerede… Ahh Talia, bunlar nasıl söze dökülürdü, nasıl anlatılırdı? Hâlâ bilmiyorum. Belki de yalnızca susulurdu. Hatırlarsın o gün de pencerenin önünde uzun uzun susmuştum. Geldiğinin ilk sabahıydı. “Abla, boğuluyordum bu evde. Soluk alamıyordum. Pencereden sızan bir lokma hava bana göre değil. Yaşamak istiyordum.” “Yedi yıl boyunca taşra kentlerini bir bir dolaşmayı yaşamak mı sanıyorsun sen?” Kırmıştım seni. Gücenik baktın bana. Sesin kısık ama pürüzsüzdü. O bakışın kalmış aklımda. “Çok şey öğrendim bu yedi yıl boyunca. İnsanları tanıdım. Hayatı öğrendim. Az şey mi bu?” Fatma Aliye, kılıcını bir kez daha biliyor “Ama sonunda yine buraya döndün.” “Henüz belli değil abla.” “Nasıl? Nasıl belli değil? Yeniden gitmeyi mi düşünüyorsun yoksa?” “Annem de beni, senin gibi karşılarsa evet, gitmeyi düşünüyorum. Görüyorum ki hiç değişmemişsin abla. Bana karşı yine öyle acımasız, Öylesine katısın! Keşke hiç kimsenin dokunmadığı sabahları sevdiğin kadar beni de sevseydin. O zaman belki her şey başka türlü olurdu.” Dokunulmadık sabahların el değmemişliğinde sızılarını dindiren Fatma Aliye, nicedir unutmuştu dokunmayı, sevmeyi. Gitgide kuntlaşıyordu. Dokunmaktan anladığı yalnızca yediği darbeler ve o sonsuz bırakılmışlığıydı. Talia’nın anlamadığı da bu değil miydi zaten? Olgunluk, yaşanmadan kazanılmazdı. Bir şeyler daha çıtırdadı. Sesi manidardı “Bunca yıl sonra biraz sitemi bile isyanla karşılıyorsun Talia. Sevincimin yanı sıra kırgınlığımı açığa vurmayayım mı?” “Abla, buraya dönerken yeterince eziktim zaten, yeterince yeniktim…” “Keşke akşam geldiğinde konuşsaydık birçok şeyi. Sabaha kalmasaydı…” “Bunun zamanla ne ilgisi var abla?” “Var Talia var. Bütün gece gidişini, evi terk edişini düşündüm. Aradan geçen yıllan düşündüm. Seni kendimle karşılaştırma fırsatı buldum yeniden. Bir de baktım ki, tekrar dönüşünden ötürü duyduğum sevinç ufalanmış, eski kızgınlıklanm, kırgınlıklanm depreşmiş…” Bu sözler Talia için başka kuşkulara kapı aralıyor. Annesinin o bağışlamasız ve hoşgörüsüz uzaklığı içerisinde zamanın nasıl rol oynamış olabileceğini düşünüyor. “Annem… Annem de kızgın, öfkeli mi hâlâ?” Annesinin uzun öfkelerini hatırlıyor Talia. Kınlan bir vazonun on yıl sonra sorulan hesabını, bir kusurun sık sık hatırlatılmasını. Yanlışlan, hatalan hiç unutmayan annesinin o kötücül belleğini. “Bilmiyorum Talia. Bilirsin pek fazla konuşmaz. Duygulannı belli etmez. Bunca yıldır ağladığını bile görmedim. Ama sanının seni görünce sevinecektir. Ne de olsa ana yüreği, bağışlayıcı bir yanı vardır.” “Bahçe çok bakımsız kalmış gerçekten. Eskiden ne güzeldi bu bahçe…” Sesler dolduruyor kulaklannı, renkler dolduruyor gözlerini. Bahçe diriliyor. Eski günler. Cümbüşler. Deli Halefin zilleri ve kahkahaları dağılıyor yıldız alacasında. Gerçekten öyle miydi? Yoksa bir çocukluk anısının yıllar sonra abartılmış coşkusu mu bu? Hep iyi şeyler hatırlıyor. Bu bahçelerin saygılı bir gürültüsü, yaşama coşkusu, sevinci vardı. Her şey bir ölçüyü taşırdı, bir inceliği, bir kültürün izlerini… Yemekler yenilirdi bu bahçede, oyunlar oynanır, uzun geceler yaşanırdı. Bahçenin birkaç ağacının meyvesi çocuklarda sonsuz bir zenginliğe sahip olduklan sanısı uyandınrdı. Elmalar, kayısılar, erikler… Ansızın aynmsıyor “Aaa! Erik ağacı yok!” “Kestirdik, kurumaya başlamıştı. Gözümüzün önünde çürüyüp gidiyordu. Budayamıyorduk. Bakamıyorduk. Erik ağacı, çınar ağacı gibi değildir. Daha dayanıksızdır.” “İçi oyulmuş ama, her yanını kovuklar sarmış…” “Başka türlü ayakta kalamazdı ki…” Çınar sonsuz bir dinginlik gibiydi. Sevecen dallanndan inmezlerdi gün boyu. Talia sık sık eteğini takar, yırtardı ağaçlarda. Elindeki, kolundaki çiziklere tentürdiyot basarlardı. Sık sık orasını burasını kanatır, yaralanır, berelenirdi. Afife Reşat Hanım o zaman ilgilenirdi Talia’yla. Kızının kolunu tutar, tentürdiyotu bastırırdı. Canı yanardı Talia’nın. Ama annesi kolunu yumuşacık tutar, yarayı üflerdi. Bazen hafifçe saçını bile okşardı. Ertesi gün yeniden yaralanır, gelirdi. Server Nüvit Paşa, Talia’nın haylaz bir kız olduğunu düşünürdü yalnızca. Hem sesi de cırlaktı. “Çocukken hiç inmezdik o ağaçtan,” diyor Talia. Uzun uzun iç çekiyor. Çocukluğunun buğu kıvamındaki sayrılı görüntüleri düşüyor gözlerinin önüne…” “Çocukken bir yere gitmezdik ki…” Fatma Aliye’nin buz gibi sesi uzun bir sessizliğe neden oluyor. Sesinde gene de kendini tutamayan bir hainlik var. Belli ki sessizlikler boyu herkes, kendi dünyasının hakkı yenmiş görüntüleriyle baş başa kalıyor. Sessizlikler biriktiriyor insanı. Fatma Aliye sürdürüyor “Bahçede oynardık hep. Bahçe yeterdi bize.” “Çocuklar büyüyorlar abla. Bahçe az geliyor onlara. Bütün dünyaları yalnızca bir bahçe olamıyor artık. Bahçenin dışına da çıkmak istiyorlar.” “Bir şey söyleyeyim mi sana Talia? Bana kalırsa artık kimse için bahçenin bir anlamı kalmadı. Bu yüzden böyle bakımsız. Konak bile yabancı duruyor bu ıssız bahçeye. Bahçeler eskidenmiş Talia. Bahçeler bir şeyleri anlatmak içinmiş. Oysa bizim anlatacak hiçbir şeyimiz kalmadı…” “Çok karamsar olmuşsun abla. Sanki çok yaşlı biri gibi konuşuyorsun…” O gün anlatamamıştım sana Talia. O günden sonraki günlerde de anlatamadım. Bazı duygular, bazı şeyler yaşandıktan sonra hiçbir kelimeye sığamaz oluyor. Hiçbir söz kalıbına dökülemeyip, öylece boşlukta kalıyorlar. Bir duruş, bir bakış, bir eda belki kendini açığa vuran bir duyguya, bir hasrete tercüman olabiliyor. Evet, yaşlı biriymişim gibi konuşuyordum. Çünkü kendimi çok yaşlı biriymiş gibi hissediyordum. Otuz altı yaşındaydım. Hiç evlenmemiştim. Zaten isteyenim de olmadı, istanbul’dan dışarı hiç çıkmadım. Hiç yaşamamış gibiyim. Bunların hiçbirini sana anlatamadım. Belki de hayat hakkında hiçbir şey öğrenemeden öleceğim… “Yine ut çalıyor musun hâlâ?” “Bazı geceler… Server Paşayı eğlendirmek için. Kimse ut dinlemiyor artık…” “Sen çok güzel çalardın. Hep ağlatırdın beni. Sesin de güzeldi. Çok güzeldi abla.” “Peyker Kalfa da öyle diyor. Bana koca bulmak için çırpınıp dururken, sağda solda anlatıyormuş, şöyle ut çalar, böyle ut çalar, diye. İnsanlar gülüp geçiyorlarmış tabii. Biliyorsun, şimdiki zamanda ut çalan bir kadından çok bankada çalışan bir kadın tercih ediliyor.” Kısık kısık gülüyor Talia. Gene de sesindeki buğu çözülmüyor. Sonra gözü, odanın bir köşesinde duran uda ilişiyor. Üzerinde bulut kıvamında bir tül örtü, bir peçe… Kulaklarına uzak bir ut taksimi geliyor sanki, çocukluğundan, gecelerden… “Nasıl özlemişim udun sesini. Bu akşam bana biraz ut çalar mısın abla?” Talia’nm uykulu başı Fatma Aliye’nin omuzuna düşüyor. Cırlak sesi susuyor. Yeniden uyukluyor. Fatma Aliye sesini daha da yükseltiyor, uykusunu çözmek için. Kendini şarkılarla ayıltmaya çalışıyor. Server Nüvit Paşanın yalnızca kendisine acıyan yüreği umarsız aşkının tek kişilik hicranlarında. Böyle geceler Fatma Aliye nefret ediyor hünerinden. Dedesinden korkuyor, kızıyor ona. Az sonra irkiliyor Talia. Şarkının bir ucuna yapışmak istiyor, bocalıyor. Üzerlerinde Paşanın ölümcül bakışları… Köşede o sedef kakma sandalye, ölümsüz bir unutkanlık gibi… “Çalarım tabii. Sana Server Paşa ile Nerime Sultanın aşk şarkısını çalarım. Hatırladın mı o şarkıyı?” ” Kaçıncı faslı bahar bu, solar gider emelim’ değil miydi?” “Evet, unutmamışsın. Artık benim de şarkım. “Paşa hâlâ unutmadı mı?” “Unutmadı. Her gece bu şarkıyı mırıldanarak yatar yatağına. Sık sık da bana çaldırır.” “Nasıl sevdaymış bu böyle?” Fatma Aliye’nin çevresinde herkesin ne büyük sevdası oldu. Sevdalan uğruna ne çok şeyler yaptılar. Dedesi, Dayısı, Talia. O porselen tabaklar hiç kullanılmadı oysa. Herkes bir roman gibi yaşadı hayatını. Bense bir cam kavanozda geçirdim Başkaldırdılar, kaçtılar, kurban verdiler. Ama bir hatıraları, bir hayatlan oldu. Ya benim? Ben ne anlatacağım yarın? Sevdalara, sevdalılara tanık oldu hep. Hep tanıklık etti. “Şimdi böyle aşklar kalmadı Talia. Şimdinin aşklan tutkusuz oluyor. Hatırlar mısın bana eskiden şiirler, romanlar okurdun.” “Halit Ziya’nın, Ahmed Hamdi’nin romanlannı okurdum sana. Abdülhak Şinasi okurdum. Sonra Asaf Hâlet’in şiirlerini. Sen en çok Mahur Beste’yi severdin.” “Bir de Kırık Hayatlar’ı… Mutluyduk değil mi Talia?” “Mutluyduk abla! Çok mutluyduk! Hatırlar mısın Sahaflar Çarşısı’nı gezer, eski kitaplar toplardık. Bir ara ne dadanmıştık oraya…” “Bazı kederli akşamlarımda hâlâ Mahur Beste’yi çalarım. Sen düşersin aklıma, çocukluğumuz düşer. Ayrılık düşer…” Küflü kitapların keskin kokusu. Fatma Aliye’nin sesinde bir mahur beste dokunaklılığı… “Şimdi sen mutsuz musun abla?” “Bahçeyle uğraşabilsem diyorum. Bahçeyi yeniden güzelleştirebilsem; yaşanası kılsam… Elime de yakışmaz ki böyle şeyler…” Bahçe için çok geç olmuştu. Her şey için çok geç olmuştu. O sessizliklerde içim dağlanıyordu. O puslu sessizlikler, suskunluklar, içkanamaları… Gerçekten seninle konuşabiliyor muyduk Talia? Bütün kelimelerle… “Kahvaltı hazırlayayım mı sana?” “Yoo acıkmadım abla. Server Paşa uyansın birlikte yeriz.” “O çok geç uyanıyor Talia. Öğlenlere kadar uyuyor. İyice bunadı. Çok üzülüyorum onun için. O eski koca paşadan geriye hiçbir şey kalmadı. Geveze, bunak bir ihtiyar oldu. Bense onu, hep eski haliyle hatırlamak isterdim. O eski koca paşa olarak.” “İnsanların kendilerine alışamıyoruz abla. Hep kafamızdaki insanlarla hesaplaşıp duruyoruz.” “Reşat, bari Reşat kendini kurtarabilmiş olsa. Sen gene Türkiye’desin, o yaban ellerinde…” Bir kez daha Reşat; Talia için. İçinde hep gizli bir yılan oldu o. Ondan kurtulamadı. “Kapıyı çekip çıktıktan sonra nerde olduğun fark etmiyor abla.” Susuyor Talia. Sonra aynı duru soğuklukla “Pencereyi kapa istersen. Üşüteceksin!” diyor. Bir kayırmadan çok, bir hatırlatma var bu sözlerde. Pencereyi, kavanozu… Çekip çıkamamışlığı… Fatma Aliye bu gizü, bu incelikli hainliğin farkına varamıyor, kaldığı yerden sürdürüyor “Üşümüyorum. Yalnızca ürperiyorum. Sabahın bu serinliği dirilik katıyor bana. Uyuşukluğumu çözüyor. Yeni hayatlar kurmaya heveslendiriyor beni. Oysa akşama kadar yeniden uyuşuyorum. Sabahları yanıltıyor beni. Geçici bir kuvvet veriyor, geçici hayaller yaşatıyor bana. Sonra istanbul’a iniyorum. Daha Beyoğlu’na varmadan, edindiğim olanca gücü yitiriyorum. Bezgin, uyuşuk, karamsar geçiyorum tezgâhın arkasına. İri, soğuk kemik düğmeleri, tokaları dizmeye başlıyorum. İnsan da kemikleşiyor zamanla. Katılıp kalıyor.” Durdu. Uzun uzun soluk aldı. Neler anlatmıştı? Niye anlatmıştı? Eskisi kadar suskun değilim artık. Yaşlanıyorum mu nedir? Hep anlatır oldum. Yoksa yıllar sonra bir paylaşma mıydı bu? Niye böyle her sözün hesabını tutuyorlardı? Niyeydi bu sonsuz hesaplaşma? Nereye açılıyordu ki? Neyi çözebiliyorlardı? “Memnun musun işinden?” “Çalışmak zorundayım Talia. Durumumuz bildiğin gibi değil. Çok bozuldu. Sonunda hepten bu yazlık konağa sığınmak zorunda kaldık. Bu konak da elden çıkacak diye ödüm kopuyor. Tutunacak son dalımız bu ev. Sığındığımız en son saçak…” Onca köşkten, konaktan sonra bir tek bu yazlık konak. Geçmiş nasıl da kindar bakıyor anıların ardından. Konağın ayrıntıları, eşyalar, küçük alışkanlıklar unutma fırsatı vermiyor ki hiç. Acımasız her şey. Mangallar, aynalar, oymalar, kutular… Gün günden daha kötüye giderken her şey… bütün bunlar… Murathan Mungan Kaynak Son İstanbul
Mesaj Gönderim Zamanı 0232 1 Üye 0 Merhaba arkadaşlar. Benim fiziksel ve zihinsel bir engelim yok ama psikolojik olarak yıkılmış durumdayım 3-4 yıldır. İnsanların sürekli bana baktığını düşünüyorum. Gözümün içine bakıyorlar sürekli. Yanımdan biri geçerken bir şeyler mırıldanıyor. Homurdanıyor. Ne dediğini anlamıyorum. Bugün yine markette oldu. Dolaptan içecek alırken yanımdan geçen adam bir şeyler söyleyerek geçti. Kafama çok takıyorum bu durumu. Bir kaç kez bunu yapan insanlara sordum ne diyorsun diye sana demedim bir şey yok gibi cevaplar alıyorum. Artık nedenini sormak düşünmek istemiyorum. İnsanların beni bu tarz bir şeyle etiketlemelerini istemiyorum. Doktora gittim bir süre ilaç kullandım. Takıntı dedi doktor ama bende hiç bir gelişme olmadı. Gerçekten bu sıkıntımı hiç kimseye anlatamıyorum. Bunun benden kaynaklı olduğunu düşünüyorlar insanlar sana bir şey söylemiyor sen öyle düşünüyorsun diyorlar. Ama yanımdan geçerken seslerini duyuyorum. Dedim ya sorduklarım sana demedim kendi kendime konuşuyordum diyorlar. Ama yol boyu ağzı kımıldamayan adamın tam benim yanımdan geçerken konuşası geliyor. Beni bu forumdaki arkadaşların anlayacağını düşünüyorum. Böyle şeylere siz de rastladınız mı kendinize veya bir başkasına böyle şeylerin yapıldığına şahit oldunuz mu? Mesaj Gönderim Zamanı 0349 2 Üye 0 Belkide sonradan psikolojik sıkıntıların olunca dikkat etmişsindir, sana öyle geliyodur. Aslında herşey normaldir. Seni nerden tanıyabilirler ki ? Mesaj Gönderim Zamanı 0426 3 Üye 0 Kendi tipimde bir sorun olduğunu düşünüyorum. Aşırı çirkin miyim yoksa insanların dikkatini çeken başka bir şey mi var yanıtını hiç bulamadım. İstisnasız her gün bu sıkıntıyı yaşıyorum. Hayat kalitem sıfır Mesaj Gönderim Zamanı 0459 4 Üye 0 Bence cevabını bul. Bu arada çirkin insan yoktur o zmnla değişir. Depresyon suratlı diyorum ben değişiyo nur gidiyo yüzden. Bence kendini geliştirmeye çalış. Kendine bi hedef koy deki benim hayat kalitem yerlerde ama ben bunu yukarılara çekicem. Benim hayatımı görsen şuan şükrederdin. Üçharfli şüphesiyle sıkıştım bu dünyada. Arada mani yaşıyorum freni patlamış kamyon gibi başıma dert açtım sanki dertsiz gibi. Dışardan çok iğrenç gözüküyorum biliyorum yaşantım tam bir kaos. Bide üstüne şüpheler iyice mafoldum. Ama bana işkence yapsalar umrumda değil bu dünyadan geçtim bigün kurtulayım başka bişey istemiyorum. Mesaj Gönderim Zamanı 0731 5 Üye 0 fildişi hadi sen o an orada olanın yanından geçenin falan hakkında konuştuğunu sanıyorsun ben 5 yıldır görmediğim kişilerin hakkımda ne konuştuğunu aklıma getiriyor sinir oluyorum bazen . Mesaj Gönderim Zamanı 0925 6 Üye 0 Referans hezeyanı yaşıyorsunuz Mesaj Gönderim Zamanı 0927 7 Üye 0 Ben bu durumu saplantı haline getirmeyin derim en iyisi kendinize yakışanı yapın başkasının ne düşündüğü pek de umrumda değil açıkçası deyip hayatınızı yaşamaya çalışın bende bu durumu yaşadım aksine daha sıkıntılı yaşadım takıntı yapmamaya çalışın herşey daha güzel olacaktır baskı kuran sizin hakkınızda konuşan insanlardan uzak durmaya çalışın Mesaj Gönderim Zamanı 1004 8 Üye 0 fildişi Bende evimden dışarı çıktığımda bazı insanların bana uzun süre ve tuhaf tuhaf baktığını düşünüyorum. Senin bu foruma yazdığın psikolojik şikayetlerinle benim psikolojik şikayetlerim birbirine benziyor. Sen doktora gitmişsin doktor sana takıntı hastalığı teşhisi koymuş. Buna şaşırdım. Bana hastanede Şizofren teşhisi koyulmuştu. Ben Şizofren hastası olduğum için internette Şizofren hastalığı hakkında araştırma yapmıştım. İnternette yaptığım araştırma sonucunda Şizofren hastalığı hakkında epeyce bilgi edindim. Senin bu foruma yazdığın şikayetlerin senin büyük ihtimal Şizofren hastası olduğunu gösteriyor. Sen Ankarada yaşıyormuşsun. Ben sana Ankara da bir üniversite hastanesinin Psikiyatri bölümüne tedavi olmak için başvur derim. Tedavine bir üniversite hastanesinde yeniden başla derim sana. Ben 2007 yılında Ankara da bulunan Gazi Üniversitesi Hastanesi Psikiyatri bölümüne şu şikayetlerle gittim. Doktora şu şikayetleri anlattım Evden dışarı çıktığım andan itibaren sokaklarda, caddelerde, alışveriş merkezlerinde yürürken, bir yerde otururken herkesin değil de bazı insanların bana uzun uzun ve beni rahatsız edici seviyede bakıyorlar hissi bana geliyor. Bazı insanlar bana gündelik hayatta uzun süre ve tuhaf tuhaf bakıyorlar. Bana gerçekten de gündelik hayatta çok sayıda bakan insan var. Bana böyle bir his geliyor diyeyim. Gündelik hayatta çok sayıda insanın bana uzun süre bakışlarından aylarca çok rahatsız oldum. İnsanların çoğu sana gündelik hayatta neden durup dururken uzun uzun baksınlar ki diye bana soracaksın. Bende sana şu cevabı veririm. Benim tipimde acaiplik var, dikkat çekici bir tipim var, farklı bir görünüşüm var, bundan dolayı çok sayıda insan gündelik hayatta bana uzun süre bakıyor derim. Ben hiç kimseye gündelik hayatta rahatsız edici seviyede ve uzun süre bakmıyorum ama bazı insanların çok sayıda insanın bana uzun uzun baktıklarını hissediyorum. Psikiyatri doktoruna bu yazdığım şikayetleri anlattım. Bana hastanede bir kaç test yaptılar ve bana Şizofren teşhisi koydular. Değişik değişik ilaçlar kullandım. Bu ilaçların bazısından az fayda gördüm, bazısından orta derece de fayda gördüm. Hiç bir ilaçtan tamamen fayda görmedim. Şu an kullandığım ilaç Dogmatil 200 mg adlı ilaç. Bu ilaçtan günde 3 kere içiyorum. Bu ilaçtan tamamen fayda görmesem de bu ilaç bir nebzede olsa beni rahatlatıyor. Bana kendini ne derecede iyileşmiş olarak görüyor diye sorarsan ben sana şu cevabı veririm. Ben kendimi şu an yüzde 50 oranında yani yarı yarıya iyileşmiş biri olarak görüyorum derim. Konu erbin tarafından değiştirilmiştir Saat 1130 . Mesaj Gönderim Zamanı 1119 9 Üye 0 fildişi İnsanlar seni görünce konuşası geliyorsa bırak konuşsunlar. beni görünce mesela dans etmeye başlasalar bile takmam, şaşırmam. Çünkü bu sonsuz bir döngü, anladım artık. Toplum bana uymuyorsa ben topluma uyayım bari ! dünyayı ben kurtaramayacağıma göre? hep beraber dans dans.. Mesaj Gönderim Zamanı 1346 10 Üye 0 fildişi Hadi olayın diğer tarafından bakalım; evet herkes sana bakıyor olsun bu neyi değiştirir ki? Çirkin olduğunu tahmin ediyorsun, ayıp mı yoksa suç mu? Günümüzde değer yargılarının fiziksel unsurlar üzerinden değerlendirildiği doğru ancak şunu unutma gerçek tekdir, doğru ise görecelidir. Bu durumda değişmesi gereken yalnızca senin düşüncelerin. Senin hakkında kimin ne düşündüğünün bir önemi yok, olmamalı, olamaz. Yoksa bizim toplum değerlendirmeyi çok sever, adına ister dedikodu de, istersen yorum yapma dersin. Mesaj Gönderim Zamanı 1403 11 Mesaj Gönderim Zamanı 1544 12 Üye 0 erbin Merhaba erbin. Umarım ben de yakın zamanda iyileşirim. Senin adına sevindim. Her şey tastamam olsa bile bu durum yüzünden keyif midemde bir baskı var. Sürekli kulaklarım gözlerim çevrede. Biri bir şey mi dedi biri baktı mı? Hep bu sorular kafamda. Mesaj Gönderim Zamanı 1616 13 Üye 0 dereli_47 Evet bende korkuyorum şizofreni olmasından ama emin gibiyim artık. Herhalde hastalığın bir özelliğide bunu kabullenememek. İlk başlarda kabullenmedim ama şüpheleniyorum. Yukarıda bir dostumuzun doktor önerisine uyacağım bir kontrole gideceğim. Gazi üniversitesine hiç gitmedim. Oraya gidceceğim Konu hozgul tarafından değiştirilmiştir Saat 1726 . Mesaj Gönderim Zamanı 1628 14 Üye 0 fildişi Arkadaşım sen de benim gibi büyük ihtimal Şizofrensin. Sen Ankara da yaşıyormuşsun. Ben 38 yaşındayım. Ben de Ankara da yaşıyorum. Ankara da meşhur 3 tane devletin üniversite hastanesi var. Ankara da yaşadığına göre devletin üniversite hastanelerinin varlığından senin haberin vardır. Bu hastaneleri ben yine de sana hatırlatma amacıyla buraya yazayım. Ankaranın meşhur 3 tane üniversite hastaneleri şunlar Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Ankara Üniversitesine bağlı İbni Sina Hastanesi. Sana bu 3 üniversite hastanesinin herhangi birine Psikiyatri bölümüne tedavi olmak için başvur derim. Tedavine bir üniversite hastanesinde yeniden başla derim sana. Orada doktora içini dök yani doktora bütün psikiyatrik şikayetlerini anlat. Doktor sana büyük ihtimal bir kaç psikiyatrik test yapacak ve doktor büyük ihtimal sana yaptığı testler sonucu sana Şizofren teşhisi koyacak. Çok geçmiş olsun arkadaşım. Allah yardımcın olsun. Konu erbin tarafından değiştirilmiştir Saat 1105 . Mesaj Gönderim Zamanı 1939 15 Üye 0 Merhaba dereli_47 Bu internet sitesinde açılan bu konuda yazdığın mesajında sen Şizofren hastası olduğunu yazmışsın. Bende bu konuya Şizofren hastası olduğumu yazmıştım. Senin bu konuya yazdığın mesajından anladığım kadarıyla sende benim gibi Şizofren hastalığın sebebiyle görsel halisünasyon görüyorsun. Sen evden dışarı çıktığında sokaklarda, caddelerde yürürken, bir yerde otururken bazı insanların veya çok sayıda insanın tuhaf tuhaf ve seni rahatsız edici seviyede bakıyorlar hissi sana geliyor mu ? Bazı insanların veya çok sayıda insanın gündelik hayatta sana uzun süre bakıyorlar hissi mi geliyor ? Sende benim gibi dış görünüşünden kompleks duyuyor musun ? Benim görünürde hiç bir fiziksel engelim olmamasına rağmen elimde olmayan sebepten dolayı ben dış görünüşümden bazen kompleks duyuyorum.
sanki herkes bana bakıyor psikoloji