Hem okudum hem de yazdım. Necati Tuncer. Makaleyi Sesli Dinle; 13. sayıda şiiri yayınlanan Ferda G üley’i herkes gibi ben de CHP politikacısı olarak tanıdım.
Işık Öğütçü, babası Orhan Kemal’in “Nâzım Hikmet’le 3,5 Yıl”, “Arkadaş Islıkları” ve “Tersine Dünya” eserlerini “Üç Oyun” adıyla tiyatro sahnesine uyarladı.
Hemokudum hemi de yazdım: Türkü Hikayeleri: 1: 7 Ekm 2006: Wattpadde Yazdığım İlk Kitabımı Okudum/ Youtube: Serbest Kürsü: 31: 11 Ekm 2021: Bir yerde okudum diyor ki ‘ Güzel Sözler: 2: 25 Arl 2019: İnternette okudum sizce? Çerez Çay Bahçesi: 10: 7 Şbt 2015: Senin için bir şarkı yazdım, mutluluklarımı Sana anlattım
Hem Okudum Hem De Yazdım Söz ve Notaları. 25 Nis 2013. #1. Hem Okudum Hem De Yazdım. Hem okudum hem de yazdım. Yalan dünya senden bezdim. Dağlar koyağını gezdim. Yiten yavru bulunmuyor. Kurşun gelir sine sine.
hemokudum hem yazdım, bir düz durdum bir azdım. Posts. Reels
ŞiirZamanı, Şiir, hikaye, öykü ve deneme sitesi. Kullanıcıların kendi özgün yazılarını paylaştığı, gönül bağları kurduğu, şiiri ortak payda yaptığı, kültür sitesidir.
ouM4SVL. Hem okudum hem de yazdım Yalan dünya senden bezdim aman Dağlar otağını gezdim Yiten yavru bulunur mu? El veriyor el veriyor Orta da direk bel veriyor aman Döndüm baktım sağ yanıma Mehmet’im can veriyor Bak şu işe bak şu işe Yandı yürek döndü köze aman Mehmet’imi bir top beze Saran dünya değil misin? FAVORİYE EKLE
Hem Okudum Hemi de Yazdım Hem okudum hemi de yazdım Yalan dünya senden bezdim Dağlar koyağını gezdim Yiten yavru bulunur mu Yavru yitmeye görsün bir kez. Bulunmaz. Değil dağların koyağı, ırmakların kaynağı, yaylaların çimeni, ovaların çiçeği, hiç bir şey, hiç bir kişi geri getiremez onu. Ehh ana yüreği bu. Dayanması zor. Dağlara düşüp araması doğal; ne ki giden geri gelmez. Şundan ki, yiten candır. Alıp yerine koyamazsın. Nefesin sonu çıkmaya görsün boğazdan bir kez. Dönüşü olmaz. Ama, ağlamak, döğünmek, türkülere sığınmak da insanların kendi elinde. Türkümüze öykü olan olay, 1930'larda Çorum'un Osmancık ilçesinin Hacıhamza kasabasında geçer. Kasabada köklü bir aile yaşar o yıllarda. Bu ailenin de Mehmet Bey adlı bir oğlu vardı. Mehmet Bey, geniş omuzlu, kaytan bıyıklı, iri kıyım bir delikanlıdır. Çevresindekilere yaptığı iyiliklerden ötürü de herkesin saygısını, sevgisini kazanmıştır. Yeni evlendiği eşiyle de çok iyi anlaşmaktadır. Hele eşi ona nur topu bir oğlan çocuğu doğurduktan sonra da daha mutlu olmuştur. Bir çocuk ki gözleri yumuk yumuk. Uzun, upuzun saçlar, tombiş bilekler. Anası bir yanını kendine benzetiyor; babası bir yanını. Bak Mehmet diyor karısı "çenesi, kafa yapısı, ağzı sana benziyor, gerisi bana" Mehmet Bey "Ya parmakları" diyor. "Bak bak serçe parmaklarında eğrilik var. Tıpkı seninkiler gibi. Ama uzunluğu da bana benziyor parmakların". Çocuk daha bir mutlu ediyor aileyi. Evin havası birden değişiyor. Gelenler, gidenler çoğalıyor. Dosta ahbaba teller çekiliyor. "Bir oğlumuz oldu" diye. Uzaktan mektuplarla kutlayanlar. Sözün özü; evde bir şenlik, bir şölen. "Aaaa... İzmir'den Nurettin Amcalardan tel geldi. Kutluyorlar. Bu da Adana'dan Niyaz'lerden geliyor. Bu tel de Çorum'dan, ama tebrik teli değil. Bak hele Mehmet neymiş? "Şey Hükümet teli bu. Bir iş için çağırıyorlar. Gitmek gerek. Hükümet işi ihmale gelmez. Tez zamanda gitmeli' diyor Mehmet Bey. Vakit öğleyi geçkindir. Ama olsun Hükümetin çağrısı gecikmeye gelmez. Tez elden gitmeli. Varıp anlamalı işin aslını. Adamlarına seslenir. İki at eyerlemelerini söyler. Karısına da "İşim biter bitmez dönerim. Hem yavruma da ufak tefek bir şeyler alırım. Sana da giyecek gerekli. Elbiselerin bol geliyor üstüne. Gelen gidenimiz olur bu günlerde. Ele güne karşı ayıp olur. Bir kaç elbiselik alırım. Anamı da unutmamak gerek. İlk torunu kadının. Nasıl da yoruldu gebeliğinde senin. Meraklanmana gerek yok. Çorum ne çeker ki. Akşam Osmancık'a varırız. Sabahın erinde ordan çıksak, karanlık çökmeden tutarız Çorum'u. Mehmet Bey bir yandan bunları söylüyor; bir yandan da kucağına aldığı oğlunu seviyor. Kokluyor, öpüyor, bağrına basıyor. Bırakamıyor çocuğu kucağından. Ş aha kalkıyor, demeye kalmadan, silahlı iki kişi atlıyor yola. Saç-sakal birbirine karışmış, iki dağ adamı bunlar. Yolun dar boğazı. Yana yöne kaçacak yer yok. Ancak geri dönülebilir. Mehmet Bey de ona davranıyor. Ama, daha atını dönderir döndermez iki kişi de orada peydahlanıyor. "Canınızı seviyorsanız davranmayın. Kurşunu yersiniz yoksa. Boşaltın ceplerinizi, atlarınızı da bırakıp, koyulun yola" diye ünlüyorlar. Mehmet Bey bakıyor kaçış zor. Teslim olup, parasını silahını, atları vermek de işine gelmiyor. Gurur meselesi yapıyor. Bir anda atıyor kendini yere, silahına sarılıyor. Adamı da atıyor attan. Seyip kalan atlar, kişneyip tepiniyorlar. Aynı anda da kurşunlar vızılamaya başlıyor. Mehmet Bey bir ağacı siperlemiş kendine, basıyor tetiğe. Adamı da sol yanından ateşliyor silahını. Vuruşma epey sürüyor. Mehmet Bey'in de adamının da kurşunları azalıyor. Daha dikkatli kullanmak zorunda kalıyorlar kurşunlarını. Çok geçmeden onlarda bitiyor. Eşkıya azgın. Bir iki kez yine teslim çağrısını yapıp, basıyorlar kurşunu ardından. Mehmet Bey'den bir "Ah" sesi yükseliyor. Yığılıp kalıyor bir kenara. Adamı derseniz ağır yaralı yıkılıyor yere. Neden sonra ayıkıp bir bakıyor ki sağ yanında yatıyor Mehmet Bey. Cansız. Üstü başı kan içinde. Kendisi de yaralı. Cepleri boşaltılmış. Silahları da yok yanlarında. Haber Hacıhamza kasabasına ulaşınca, anasını, karısını, hısım-akrabasını bir ağıt tutuyor. Kimi beşikte yatan üç günlük yavruya üzülüyor; kimi Mehmet Bey'in yiğitliğini dillendiriyor. Kişiliğini övüyor. Sonra tüm bu duygular, bir türküye dil oluyor. Hacıhamza kasabası da Osmancık ilçesi de dar geliyor Türküye. Yankılanıyor, yankılanıyor. Kaynak Yaşar Özürküt Öyküleriyle Türküler 3 İstanbul, 2002
Hem okudum hemi de yazdım Yalan dünya senden bezdim Dağlar koyağını gezdim Yiten yavru bulunur mu Yavru yitmeye görsün birHem okudum hemi de yazdım Yalan dünya senden bezdim Dağlar koyağını gezdim Yiten yavru bulunur muYavru yitmeye görsün bir kez. Bulunmaz. Değil dağların koyağı, ırmakların kaynağı, yaylaların çimeni, ovaların çiçeği, hiç bir şey, hiç bir kişi geri getiremez onu. Ehh ana yüreği bu. Dayanması zor. Dağlara düşüp araması doğal; ne ki giden geri gelmez. Şundan ki, yiten candır. Alıp yerine koyamazsın. Nefesin sonu çıkmaya görsün boğazdan bir kez. Dönüşü olmaz. Ama, ağlamak, döğünmek, türkülere sığınmak da insanların kendi öykü olan olay, 1930’larda Çorum’un Osmancık ilçesinin Hacıhamza kasabasında geçer. Kasabada köklü bir aile yaşar o yıllarda. Bu ailenin de Mehmet Bey adlı bir oğlu vardı. Mehmet Bey, geniş omuzlu, kaytan bıyıklı, iri kıyım bir delikanlıdır. Çevresindekilere yaptığı iyiliklerden ötürü de herkesin saygısını, sevgisini kazanmıştır. Yeni evlendiği eşiyle de çok iyi anlaşmaktadır. Hele eşi ona nur topu bir oğlan çocuğu doğurduktan sonra da daha mutlu olmuştur. Bir çocuk ki gözleri yumuk yumuk. Uzun, upuzun saçlar, tombiş bilekler. Anası bir yanını kendine benzetiyor; babası bir yanını. Bak Mehmet diyor karısı “çenesi, kafa yapısı, ağzı sana benziyor, gerisi bana” Mehmet Bey “Ya parmakları” diyor. “Bak bak serçe parmaklarında eğrilik var. Tıpkı seninkiler gibi. Ama uzunluğu da bana benziyor parmakların”. Çocuk daha bir mutlu ediyor aileyi. Evin havası birden değişiyor. Gelenler, gidenler çoğalıyor. Dosta ahbaba teller çekiliyor. “Bir oğlumuz oldu” diye. Uzaktan mektuplarla kutlayanlar. Sözün özü; evde bir şenlik, bir şölen. “Aaaa… İzmir’den Nurettin Amcalardan tel geldi. Kutluyorlar. Bu da Adana’dan Niyaz’lerden geliyor. Bu tel de Çorum’dan, ama tebrik teli değil. Bak hele Mehmet neymiş? “Şey Hükümet teli bu. Bir iş için çağırıyorlar. Gitmek gerek. Hükümet işi ihmale gelmez. Tez zamanda gitmeli’ diyor Mehmet Bey. Vakit öğleyi geçkindir. Ama olsun Hükümetin çağrısı gecikmeye gelmez. Tez elden gitmeli. Varıp anlamalı işin aslını. Adamlarına seslenir. İki at eyerlemelerini söyler. Karısına da “İşim biter bitmez dönerim. Hem yavruma da ufak tefek bir şeyler alırım. Sana da giyecek gerekli. Elbiselerin bol geliyor üstüne. Gelen gidenimiz olur bu güne karşı ayıp olur. Bir kaç elbiselik alırım. Anamı da unutmamak gerek. İlk torunu kadının. Nasıl da yoruldu gebeliğinde senin. Meraklanmana gerek yok. Çorum ne çeker ki. Akşam Osmancık’a varırız. Sabahın erinde ordan çıksak, karanlık çökmeden tutarız Çorum’ Bey bir yandan bunları söylüyor; bir yandan da kucağına aldığı oğlunu seviyor. Kokluyor, öpüyor, bağrına basıyor. Bırakamıyor çocuğu kucağından. Ş aha kalkıyor, demeye kalmadan, silahlı iki kişi atlıyor yola. Saç-sakal birbirine karışmış, iki dağ adamı bunlar. Yolun dar boğazı. Yana yöne kaçacak yer yok. Ancak geri dönülebilir. Mehmet Bey de ona davranıyor. Ama, daha atını dönderir döndermez iki kişi de orada peydahlanıyor. “Canınızı seviyorsanız davranmayın. Kurşunu yersiniz yoksa. Boşaltın ceplerinizi, atlarınızı da bırakıp, koyulun yola” diye ünlüyorlar. Mehmet Bey bakıyor kaçış zor. Teslim olup, parasını silahını, atları vermek de işine gelmiyor. Gurur meselesi yapıyor. Bir anda atıyor kendini yere, silahına sarılıyor. Adamı da atıyor attan. Seyip kalan atlar, kişneyip tepiniyorlar. Aynı anda da kurşunlar vızılamaya başlıyor. Mehmet Bey bir ağacı siperlemiş kendine, basıyor tetiğe. Adamı da sol yanından ateşliyor silahını. Vuruşma epey sürüyor. Mehmet Bey’in de adamının da kurşunları azalıyor. Daha dikkatli kullanmak zorunda kalıyorlar kurşunlarını. Çok geçmeden onlarda bitiyor. Eşkıya azgın. Bir iki kez yine teslim çağrısını yapıp, basıyorlar kurşunu ardından. Mehmet Bey’den bir “Ah” sesi yükseliyor. Yığılıp kalıyor bir kenara. Adamı derseniz ağır yaralı yıkılıyor yere. Neden sonra ayıkıp bir bakıyor ki sağ yanında yatıyor Mehmet Bey. Cansız. Üstü başı kan içinde. Kendisi de yaralı. Cepleri boşaltılmış. Silahları da yok Hacıhamza kasabasına ulaşınca, anasını, karısını, hısım-akrabasını bir ağıt tutuyor. Kimi beşikte yatan üç günlük yavruya üzülüyor; kimi Mehmet Bey’in yiğitliğini dillendiriyor. Kişiliğini övüyor. Sonra tüm bu duygular, bir türküye dil oluyor. Hacıhamza kasabası da Osmancık ilçesi de dar geliyor Türküye. Yankılanıyor, Yaşar Özürküt Öyküleriyle Türküler 3 İstanbul, 2002
Aziz Duran hem okudum hemi yazdım sözleri ve videosu Hem okudum, hemi yazdım, yalan dünya senden bezdim…of dağlar koyağını gezdim, yiten yavru bulunur mu…of el yazıya, el yazıya duman çökmüş çöl yazıya…of kurban olam, kurban olam beşikte yatan kuzuya el veriyor el veriyor orta da direk bel veriyor…of döndüm baktım sağ yanıma, memedim de can veriyor atalardan aldım öğüt derelere saldım söğüt of hep kırılsın avşar eli mehmet gitti baba yiğit of Aziz Duran hem okudum hemi yazdım dinle
O’nu Türk toplumu daha çok muhteşem bir duygu seliyle yazılmış “Biz böyle görmedik, haram bilmedik, eğilmedik, bükülmedik...” sözleriyle başlayan Yalnız Kurt şarkısıyla tanıdı. Yalnız Kurt, Ayyıldız Kolye, Neyleyim, Vay Delikanlı Gönlüm, Adam Gibi şarkılarıyla genç kitlelerin sevgilisi olarak müzisyen kimliğiyle milyonların sevgisini kazandı. Oysaki bizim O’nunla tanışmamız ve kadim dostluğumuz yalnızca bizi bizden alan bu güzel tınıları ve güfteleriyle dostluğumuz uzun ve derin bir Ziya Gökalp sohbetiyle O sadece çok sevilen bir müzisyen değildi, usta bir makale yazarı, romancı, senaristlik ve sinema oyunculuğu kimliğine sahip bir entelektüel kalem ehliydi. Ayrıca pek çoğunuzun bilmediğinizi düşündüğüm bir marifeti daha vardı, O aynı zamanda önemli bir illüstratör, çizim ustasıydı. Evet anlayacağınız Ahmet Şafak bestelediği, sözünü yazdığı ve güçlü sesiyle hayat verdiği o güzel şarkılarından çok önce makaleleriyle, gazeteci kimliği ve yazdığı üç kitapla entelektüel hayatımıza girmişti. Bugüne kadar Türk kültürü, sanatı, tarihi ve edebiyatı üzerine çok sağlam, analitik çözümlemeler yaparak, hem kendi kültürümüzü hem de “dünyayı anlamak ve anlatmak” adına milli bir perspektiften bakarak, objektif ölçütlerden şaşmayarak yazılı eserler ve denemelerden oluşan 15’in üzerinde kitaba sahip Ahmet Şafak bir sohbetimizde “Araştırılsa hem müzisyen olup hem de bu kadar kitabı olan çok az sanatçı vardır” demişti ve haksız bu cümleyi söylemesinin altında yatan öznel bir duruma da işaret etmek istiyorum. Çünkü yaptığımız o uzun sohbetlerde sık sık konuştuğumuz bu meseleyi de burada ifade etmezsem bu yazı eksik kalır. Ahmet Şafak, “Toplumda bir insan bir tek işi yapabilir, mesela müzisyense kitap yazamaz algısı var. Gitsin şarkısını söylesin diyerek yazılan esere, verilen emeğe, entelektüel çabaya burun kıvıranlar söz konusu. Bunu diyenlerin çok yönlü sanatçılar olan Rönesans insanından ya da 11 yüzyıldaki Türk Rönesans’ını gerçekleştirenlerden haberi yok sanki” Leonardo Da Vinci, Michelangelo gibi mimar, ressam, heykeltıraş, müzisyen, astronomi ve mucidlik yapan sanatçılar, bizde Farabi, İbni Sina gibi filozof olup müzikten tıbba, gökbilimden psikolojiye pek çok konuda eser veren sanatçılar söz konusuyken bu güçlü geleneği sürdürme çabasında olan sanatçılarımıza burun kıvırmak yerine, köstek değil destek olmak gerekmez mi?Birileri ne kadar burun kıvırırsa kıvırsan sevgili Ahmet Şafak bu entelektüel verimliliğine geçtiğimiz günlerde bir yenisini daha ekledi ve edebiyat /kültür/düşünce hayatımızın bir buçuk asırlık serüvenini, aktörlerini ve tartışmalarını “Hem Okudum Hem de Yazdım” adlı kitabıyla günümüze taşıdı. Küsena yayınlarından çıkan kitap 224 sayfa olup, yazıların her birinin başı konuya ilişkin Ahmet Şafak imzalı İllüstrasyonlarıyla bezenmiş.“Hem Okudum Hem de Yazdım” la ilgili izlenimlerime gelirsek; edebi bir üslupla ve derin bir bilgi birikimiyle, özenle yazılmış, ancak tarafımdan biraz geç bir şekilde okunmuş bu kitaptan oldukça keyif aldım. Böylesine tarihi, entelektüel birikimle kaleme alınmış bir kitabı gecikmiş okumadan dolayı öncelikle kıymetli dostum Ahmet Şafak’tan beni bağışlamasını Şafak, “Bir kültür çalışması” dediği eserinin en önemli amacının geçmişle gelecek arasında bağlantılar kurmak ve geleceğe bir ışık yakmak olarak açıklıyor. Bunu da edebiyattan, sanata, kültürden siyasete, Vatan Yahut Silitstre kuşağından günümüzdeki XYZ kuşağına kadar işlediği konular, düşünürlerle büyük ölçüde başarıyor. Bu hususla ilgili olarak da Mehmet Kaplan’ın şu sözlerini referans alıyor “ Fertlerin nasıl birbirinden ayrı bir duyma, düşünme, ve hareket etme tarzları varsa, nesillerin de kendine has, önceki ve sonraki nesillerinkine benzemeyen bir duyma, düşünme ve hareket etme tarzları vardır”Şafak kitabında kültür ve fikir hayatının abidevi şahsiyetleri, tartışılan şahsiyetleri, unutulan şahsiyetleri ve eserleri kendine özgü sade fakat etkileyici üslubuyla okuyucuya aktarıyor. Bu eser yıldızlar geçidi gibi, kimler yok ki? Namık Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, Halide Edip Adıvar, Hüseyin Nihal Atsız, Ziya Gökalp, Mehmet Kaplan, Tarık Buğra, Ahmet Mithat Efendi, Yusuf Akçura, Tevfik Fikret, İdris Küçükömer, Erol Güngör, Mehmet Akif, Ömer Seyfettin, Peyami Safa, Ahmet Ağaoğlu, Nazım Hikmet, , Kemalettin Tuğcu, Yaşar Kemal, Attila İlhan, İbni Sina, İlber Ortaylı, Adile Ayda, Zülfü Livaneli gibi Türk şair, romancı, düşünür ve kültür adamlarının yanı sıra, Hungtington, Daniel Defo, David Slinger, Antonie de Saint Expery, Jean Baudrillard, Aldoux Huxley, Benedcit Anderson, Konfüçyüs gibi yabancı pek çok, siyasetçi yazar, edebiyatçı ve düşünürün eserlerinden yola çıkılarak kaleme alınmış eser bizi adeta bir kültür atlasında seyahate çıkarıyor.“Tarihi şahsiyetler günlük davranışlarıyla değil, fikirleri ve o fikirleri hayata geçirirken verdikleri mücadele ile değerlendirilmelidir” diyen Ahmet Şafak düşünce dünyamızın mimarları olan bu yazarları/ düşünürleri ele alırken bir yandan onların eserlerine, düşüncelerine hürmeti elden bırakmıyor hak edene hak ettiği değeri veriyor öbür taraftan da bugüne kadar dokunulmazlığı olan kimi entelektüellere cesur bir şekilde çok önemli tenkitlerde bulunuyor. Kimilerince eleştirilemez/ kutsal kişilik mertebesindeki bu zatları üslublu bir şekilde, tarihi dönemleri ve şartları dikkate alarak gerçek bir aydın insafıyla tenkit ediyor. Burada hepsini ele alamayacağız, ancak Şafak’ın kitabında “uzun zamandır fikirlerle değil olaylarla ilgilenen bir aydın zihnimiz var” tespitinden yola çıkarak konu edindiği “fikir dünyamızdaki farklı bakış açıları” adlı yazısı çok mühim bir değerlendirme içeriyor. Söz konusu yazısında mesela Cemil Meriç’in Ahmet Ağaoğlu üzerine ağır tenkitlerde bulunup “milliyetçilik”le ilgili müstehzi düşünceler serdetmesini, Abdullah Cevdet’e ise müsamahalı davranışını haksız bulduğunu cesaretle ifade Türk edebiyatının kutup yıldızlarından Ahmet Hamdi Tanpınar’la ilgili kaleme aldığı yazısındaki Tanpınar tanımı bugüne kadar yapılan en güzel tanımlardan biri “Ahmet Hamdi Tanpınar, geçmişin sırlı dünyasına özlem duymadığı halde bu sırrın yaşaması için mücadele eden çağdaş bir gelenekçi…”Ahmet Şafak’ın eserindeki okumaların bir önemli tarafı da yukarıda kendisinin ifade ettiği gibi, geçmişle, günümüzü, hatta geleceği buluşturma iddiası. Bununla ilgili olarak distopyaların piri George Orwel, Aldoux Huxley’le, Türklüğün piri Dede Korkut’u “ Huxley, Orwell Boudrillard ve Oğuz’un Uykusu” adlı yazıda birlikte ele alması hem derin bir okumanın hem de keskin bir zekânın ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Bu yazı altı çizilerek, özel bir okuma ilgisini fazlasıyla hak eserinde sadece edebiyat yok, yüz elli yıllık batılılaşma hikâyemiz de yoğun bir şekilde işleniyor. O yüzden zaman zaman Tanzimatçılardan İttihatçılara ve Kuvvacılara uzanan bir zaman ve zeminde ilerliyor kitap. Mithat Paşa’dan Cevdet Paşa’ya, Ahmet Rıza’dan Prens Sabahattin’e, Enver Paşa’dan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e kadar pek çok tarihi şahsiyet ve olay ele alınmış. Şafak bu zaman diliminde beynelmilelci kozmopolitistlerle millilerin mücadelesine dikkat çekiyor. Bu savaş Tevfik Fikret’in ifadesiyle Çelik’le Et’in yani İngiliz öncülüğündeki medeniyetle bu medeniyete karşı bütün varlığıyla karşı koyan Et’in yani Türk’ün mücadelesidir diyor ve Tevfik gibi düşünen beynelmilelcilerin kaybettiğine işaret ederek bu mücadelenin izlerini, müzikte, resimde, güzel sanatlarda yapılan tartışmalara ilişkin örneklerlerle kimliğiyle bilinen Ahmet Şafak sadece kendi mahallesinden örnekler vermiyor, eserinde bir tarafta “Düşünme, Arzu et sade, Bak, Böcekler de öyle yapıyor” şeklinde tebarüz eden icgüdeler edebiyatının simgesi Orhan Veli’den , “Yaş otuzbeş yolun yarısı” diyen Cahit Sıtkı Tarancı’dan öbür yandan sol liberal sanatçı Zülfü Livaneli’nin Sevdalım Hayat biyografisinde Kırgızistan’da yaşadığı Türkçülük serüvenini okuyoruz. Livaneli kendisine yol arkadaşlığı eden toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden Yaşar Kemal’in Isık Gölü’nün kıyısında atları ve kartallar görünce Türk bölgelerinde olmanın büyük bir heyecan yarattığını yine onun satırlarında yukarıda belirttiğim kimliğinin gerektirdiğini de yapıyor ve kitabında milliyetçi kalemlere önemli ölçüde yer veriyor. Bozkurtların Ölümü’yle, eşsiz tarihçiliğiyle bizi yeniden Orta Asya’yla ana vatanımızla buluşturan Atsız’ın büyük mücadelesini, Anadolu’yu Türk yurdu yapan Ömer Lütfi Barkan’ın Kolanizatör Türk Dervişlerini, Türkçülerin gayesi, muasır bir İslâm Türklüğü ibda etmektir diyerek Türk milliyetçiliğini bilimsel temellere oturtmuş Ziya Gökalp’i, Türk milletini sevmek kuru bir aşktan ibaret olmayıp milli menfaatleri bilmekten geçer diyen büyük Türkçü Yusuf Akçura’yı , Turan öykülerini yazan Ömer Seyfettin’i, Çağlayanlar’la Türklük şuurunu zirveye taşıyan Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nu milli damarımızın bu fikri kaynaklarını da ilk kez okuyacağınız kendine özgü farklı bir bakış açısıyla sazıyla, kalemiyle kendisinin de sık sık örneklendirdiği 11. Yüzyılda Türk Rönesans’ını yaşatan düşünürler gibi pek çok alanda eserler veren ve bu eserleriyle yeni kuşaklara ilham kaynağı olmasını dilediğim Ahmet Şafak, “ Hem Okudum Hem de Yazdım” adlı denemelerden oluşan ve keyifle okuduğum eserde bütün bu özelliklerini ustalıkla sergilemiş. Dimağına, yüreğine, kalemine sağlık.
hem okudum hem yazdım şiiri